Doğum, anne ve bebeğin birlikte gerçekleştirdiği ilk “spontan” eylemdir. Bu sebeple bebeğin hayatının en önemli noktalarından biridir. Doğum, bebek için bir hayatın sonlandığı, aynı zamanda yeni bir hayatın da başladığı bir noktadır.  Bebek doğduğunda beyni henüz tam olarak gelişmiş değildir. Bu süreçte beyninin aktif olan kısmı limbik sistemdir, yani beynin duyulardan, duygulardan ve hislerden sorumlu olan bölgesi. Bebek büyüdükçe aşamalı olarak korteks gelişir. Korteks ise zihin aktiviteleri, bilişsel süreçler, mantık ve dil gelişimi ile ilgili alandır. Bunun anlamı da şudur: Bebek için doğum anındaki duygular, duyular ve hisler herhangi bir zihinsel işlemden geçmeden kaydedilir. Bir başka deyişle; iyi-kötü, doğru-yanlış gibi değerlendirmeler olmaksızın, doğum sürecine ait ne kadar korku, acı, yalnızlık, vücuduna dokunmalar, kullanılan kelimeler, doğum ortamının enerjisi vs. varsa hepsi herhangi bir işlem görmeksizin var olduğu haliyle kayda geçer. Bütün bu kayıtlar da bebeğin hayatı boyunca taşıyacağı bir sistemin ilk yapıtaşlarını oluşturur. Eğer kişi kadınsa, kendi hamileliği ve bebeğini dünyaya getireceği doğum süreci söz konusu olduğunda kendi doğumu ile ilgili alınan ilk kayıtlar gün yüzüne çıkacaktır. Bu kayıtlar genellikle anlamlandıramadığımız olumsuz duygular şeklinde ortaya çıkarken, bazen de olumlu doğum kayıtlarının etkisi ile süreci kolaylaştırıcı bir güç olarak ortaya çıkabilir.

Doğum sürecine anne cenahından baktığımızda da durum benzerdir. Kadın için hem hamilelik sürecinde, hem de doğum sürecinde beynin aktif olan bölgesi yine limbik sistemdir. Bu da demek oluyor ki, bebekte olduğu gibi duyulara, duygulara ve hislere dair konular ön plandadır. Diğer taraftan doğum fizyolojik olduğu kadar da psikolojik bir süreçtir. Anne adayının bahsettiğimiz doğuma dair anıları, üstüne yaşamında çözülmemiş sorunları (eş veya aile ilişkilerine dair konular, kişisel kaygılar, iş hayatına dair stres faktörleri vb.) ve baş etmekte zorlandığı duygusal süreçleri doğum anına taşınır. Anne adayı için de bebeğini dünyaya getirirken yaşadığı sıkıntılar travmatik anılar olarak kaydedilme riski taşır. İşte bu sebeplerle “doğum psikoterapisi” ortaya çıkmıştır. Doğum psikoterapisi, doğum sürecinin hem bebek, hem de anne adayının hayatlarını etkileyecek travmatik deneyimler halini almaması için bir nevi koruyucu bir süreç olarak değerlendirilebilir. Ülkemizdeki ilk doğum psikoterapisti Neşe Karabekir’in tabiri ile “doğana, doğurana ve doğum anına saygı” ile nesiller boyu etkisi devam edecek spontan doğum anılarını oluşturmayı hedefler.

Yukarıda da belirtildiği gibi doğum, limbik sistem işidir. Doğum sürecinin doğasına uygun ilerleyebilmesi için anne adayının süreçte sakin olması, anda kalabilmesi ve güvende hissetmesi çok önemlidir. Fakat günümüz koşullarında kadınlar için limbik sistem daha geri planda kalmaktadır. Onun yerine korteks sistem daha aktiftir, ki bu da düşüncenin, planlamanın ve konuşmanın daha fazla kullanıldığı anlamına gelir. “Benim anneannem tarlada çalışırken doğurmuş” söylemi günümüz kadınları için pek de mümkün değildir. Hamilelik haberini alır almaz sürece dair tüm ayrıntıları düşünen, her konuyu ayrı ayrı planlayan ve kontrol etmeye çalışan zihinlerle bunun neden mümkün olmadığını anlamak pek zor değildir.  Bu yazdıklarımızdan “hiçbir şey yapmadan doğum anını beklemek mi gerekir” gibi bir soru akıllara gelebilir. Anneannelerimiz için belki bu mümkündü ama günümüzde korteks sistemi bu kadar aktif kadınlar için elbette ki mümkün değil. Çünkü kontrolü bırakmayı öğrenmek, konuşmak veya planlamak yerine hissetmeyi ve anda kalabilmeyi öğrenmek bir çaba gerektirir ve bir sürecin ürünündür.

Bununla beraber, hepimiz doğumlara dair negatif bir hipnoz altındayız. Doğuma bu hipnozdan çıkıp var olduğu hali ile doğal bir süreç olarak bakabilmek de yine bir süreç gerektirir. Anneannelerimiz doğumu hayatın içinde öğrendiler. Fakat biz onlar kadar şanslı olamadık. Türk filmlerinde çığlık çığlığa başlayan ve çok daha şiddetli bir kaosla devam eden doğum sahneleri ve üstüne eklenen, -askerlik anıları gibi- hiç bitmeyen abartılı doğum hikayeleri ile şartlandık. Bu da doğum algımızın ne kadar kirletildiğinin bir işaretidir. 

Doğum psikoterapisi, anne adayını kendi yüklerinden arındırıp doğum eylemine spontan bir şekilde dahil etmeyi amaçlar. Terapist, hamilelik öncesinde veya sürecinde, anne adayının bebekliğine döner ve anne adayı ile kendi doğum sürecini çalışır. Bu anılardan doğum anını olumsuz etkileme ihtimali olan kayıtlar çalışılır. Ayrıca anne adayının yaşamında çözümlenmemiş sorunları varsa bu konularla da ilgilenir ve bu alana dair gerekli düzenlemeler yapılır. Bunun için baba adayı ve gebenin kendi annesi ile de görüşmeler yapılır. Doğum alanı, öncesinde olabildiğince “temiz” bir hale getirilir. Psikoterapist, doğum başladıktan sonra da hastaneye gelir ve doğum süreci boyunca destek vermeye devam eder. Gebenin ve bebeğin sağlığı sağlık personeline emanettir. Doğum psikoterapisti, bu alandan ziyade anne ve bebeğin ve orada ise babanın ruh sağlığına odaklanır. Sorun yaratabilecek alanlarla ilgili tetiktedir. Gebenin ihtiyaçlarını gözetir, ilaç dışı ağrı kesici teknikleri uygular, moral ve motivasyonun düştüğü durumlarda destek verir. Doğumun durması, ilerlememesi veya gebenin korkması ya da heyecanlanması gibi durumlarda devreye girer. Doğum ekibine de gerekli desteği verir. Doğum sonrasında ise anne-bebeğin ilk buluşma anının sağlıklı şekilde gerçekleşebilmesi için oradadır. Sonrasında, diğer aile fertlerinin ve eğer varsa başka kardeşlerin bebek ile tanışmasına eşlik eder. Lohusalık sürecinde de ihtiyaç doğrultusunda terapi süreci devam eder.

Hamilelik, doğum ve lohusalık süreci tüm hayatı etkileyecek bir periyottur. Bu süreçler hem anneyi, hem bebeği, hem de diğer aile fertlerini derinden etkiler. Bu alana dair çalışmak, sorunlu alanları görüp öncesinde çözüm üretmek ve gelecek yeni neslin daha sağlıklı bir psikolojiye sahip olmasını sağladığı gibi, aile bağlarının çok daha kuvvetli hale gelmesine imkan sağlar.