Anneler de bıkar, bunalır, anneler de yorulur.
Birçok kadın için konuşması şöyle dursun düşünmesi bile vicdan azabı olan bir gerçek var: “çocuksuz günlere özlem”.
Bir bebek, rahmine düştükten sonra hiçbir şey o kadın için eskisi gibi olmuyor. Bir canın sorumluluğu omuzlarına yükleniveriyor. Bu öyle bir sorumluluk ki yanında değilken bile zihninde sürekli çalan bir şarkı gibi anneye ömür boyu eşlik ediyor.
Bebeğin doğumu ile beraber simbiyotik bir ilişki başlıyor. Saatler süren emzirme, alt değiştirme, uyutma rutini içinde kadın kendini dahi unutuyor. Bebek büyüdükçe gündemler değişiyor belki çocuğa dair bakım zorunlulukları azalıyor ama annenin tolerans penceresi de gittikçe daralıyor. Uykusuz geceler, biten sosyal hayat, hiç bitmeyecek gibi gelen bebek bakım rutinleri anneyi gerçekten zorluyor. Özellikle bebek öncesi dönemde sosyal hayatı aktif ya da çalışma hayatı olan bir kadın ise bebekle beraber gelen sürekli evde olma hali durumu daha da zorlaştırıyor.
Tüm bunların üstüne bir de sosyal çevrenin, sosyal medyanın ve “uzmanların” annenin bitkin ve bıkkın halini görmezden gelen hatta şikayet etmesine dahi izin vermeyen tutumları anneleri daha da çok bunaltıyor. Hasılı annelik zordur, anneler de yorulur. Annelerin de şikayet etmeye, bıktım bunaldım demeye hakkı vardır. Bu sadece terapi odasında utana sıkıla söylenecek bir konu değildir, anneler tüm bunları kendilerine, birbirlerine ve diğerlerine sesli söylemeyebilmelidir. (Tabiki çocukların yanında değil :)
Psk. Fatma Zehra Keskin